13 Mart 2011 Pazar

ÇiKoLaTa YeMeNiN 7 SeBeBi

Paris´te ablamlardayken misafir ağırladık. Misafirler gittikten sonra klasik misafirin getirdiği hediyeyi incelemek insana en çok mutluluk veren şeydir ya biz de hemen kutunun incelemesini yaparken gözüme kutunun kapağının altındaki yazı takıldı. Yazı Fransızca´ydı ama bazı cümlelerin şifresini çözmek o kadar da
zor değildi. Oradaki yazının konusu "ÇiKoLaTa YeMeNiN 7 SeBeBi" idi. Kutunun içindeki o güzelim çikolatalari yemeden çikolata yemenin bilincine varmak istedik ve cümleleri hep beraber Türkçe´ye çevirme kararını aldık. Sebepler şöyle sıralanmıştı:


7 Raison d´aimer le chlocolat
"ÇiKoLaTa YeMeNiN 7 SeBeBi"

1. Un retour en enfance
(çocukluğa geri dönüş)

2. Un anti "coup de blues"
(sanısam: depresyona karşı)

3. Une source d´énergie
(bir enerji kaynağı)

4. Un ami de la saté
(bir sağlık dostu)

5. Un symbole de volupté
(bir duygusallık sembolü)

6. Un plasir du goût
(bir lezzet zevki)

7. Un anti-stress
(bir anti-stres)


Bu sebeplerden dolayı çikolatalarımızı kokladıktan sonra büyük bir mutlulukla afiyetle yedik. :)
Yerken o gün alış-verişe gittiğimizde bu marka çikolataların mağazasının önünden geçtiğimizi hatılayarak "aaa bugün gördüğümüz ve hayran kaldığım çikolatacı değil mi bu?" diye bir soru sordum. Evet, o çikolatıcı zincirindendi. Birden ablamın aklına aslında gelen misafirlere epey önce ziyarete gittiklerinde de onlara bu çikolatıcı zincirinden çikolata aldıkları ve hatta iki ayrı kutu renkten turkuaz renkli kutuyu seçtikleri aklına geldi. Bu akşam gelen kutunun paketinin bağlanış şeklinde de bir anormallik vardı zaten. Hemen son kullanma tarihine baktık ve... kafamızda oluşan fikir şekillenmişti... Verilen hediye fark etmeden geri gelmişti yanlışlıkla... :))) Evde muziplik dolu kahkahalar yükseldi.

Edebiyatı güçlü canım ablamın aklına Ayfer Tunç adlı yazarın "Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek/ 70´li yıllarda Hayatımız" adlı kitabından bir bölüm geldi. O bölüm şöyleydi:

"Almanyalılar izne geldiklerinde, yakınlarına siparişlerin yanında, hediye de getirirlerdi. Bunlar çikolata, Alman şampuanları, Nivea kremler, Nescafe, jarse kumaşlar, tuhaf ve gereksiz düğmeleri olan pilili etekler, etrafı kırmızı püsküllü, büyük kırmızı çiçekleri olan eşarplar ve benzeri hediyelerdi. HB sigarası içiyorlar, yakınlarına da getiriyorlardı. Değer verdikleri erkeklere Johnnie Walker marka viski de getirirlerdi.
Hediye iyi kötü alınabiliyor, kimi zaman yaratıcı bir hediye üretmek mümkün oluyordu. Ama hediyeyi şık bir şekilde paketlemek neredeyse imkansızdı. Ambalaj sektörü yok denecek kadar zayıftı. Bu nedenle paket yapmaya uygun kağıtlar düzgünce katlanıp saklanır, gerektiğinde çıkartılıp kullanılırdı. Hediyeyi paketleyecek kağıdı evde saklamak önemliydi, çünkü gelen birçok hediye kullanılmadan başkasına verilirdi. Bir yere eli boş gitmemek isteyen anneler, hediye alacak vakitleri yoksa veya maddi durum biraz sıkışıksa evlerdeki sandıklarda dikilmeyi bekleyen kumaşları çıkarırlar, uygun gördükleri birini halının altında sakladıkları paket kağıdına sararak götürürlerdi. Kumaş kurtarıcı bir hediyeydi, işe yarardı. Özel bir hediyenin gerekli olmadığı her yere götürülebilirdi. Dünürler bayramlarda birbirlerine kumaş gönderirlerdi. Sünnete, doğuma, tebriğe, Allah kavuştursuna, gözü aydınına giderken kumaş götürmekte bir sakınca yoktu. Bazıları kumaş yerine havlu tercih ederler, birine götürmek icap eder diye düşünerek, düzineyle alıp sandığa attıkları havlulara bir "hususiyet" katmak için, boş zamanlarında etrafını oyalarlardı.
Hediye gelen kumaşlar çok ev gezerdi. Ayşe hanım Fatma hanıma götürür, Fatma hanım Melahaht hanıma, o da bir başkasına götürür, hatta bazen zincir tamamlanır ve götürdüğü kumaşı çok iyi hatırlayan Ayşe hanım, aynı kumaş kendisine gelince, bunun hangi yolu izlemiş olduğunu bulmaya çalışıdı. Darlık, kıtlık, tutumluluk çağıydı. Anneler birçok şeyi düşünmek zorundaydılar. Bazı evlerde hediyelerin bir kısmı sak açılmadan saklanırdı. Bu delirtici bir şeydi. Paket sallanır, ellenir, içinde ne olduğu tahmin edilmeye çalışılır, açmak için anneye yalvarılır, ama anne paketi bozulacak gerekçesiyle hediyeyi açtırmaz, olduğu gibi, üzerinde fiyonguyla dolaba kaldırıp saklar, kendisi bir yere hediye götürmek zorunda kaldığında, bu paketi alıp giderdi. Yokluktan doğan bu adet bazen çok gülünç, bir o kadar da dargınlık yaratan olaylara neden olurdu. Çünkü hiç açılmamış bir vazo paketinin kimden geldiğinin unutulup, aynı kişiye hediye olarak götürülmesi sık rastlanan olaylardandı..."

Bu kitap 70´lilerdeki yaşama şeklini anlatıyor ve biz artık 2011´de yaşıyoruz. Bu güzel çikolataların verilen yere geri dönmesi hakkında ancak şu iki yorum geliyor aklıma:

1. "Bir insan 7´sinde neyse 70´inde odur"
Milletçe eskiden nasılsak hala öyleyiz. Gelenek göreneklere çok bağlı...

ya da

2. Ablam hediye aldıkları çikolata paketini çok beğendiği için gözü kalmış olduğundan her nasıl olduysa paket bir şekilde son kullanım tarihi geçmiş olmasına rağmen geri geldi...


Artık yorumu sizlere kalmış.


Bu olay bende güzel ve bir o kadar da komik bir anı olarak kalacak! :))




















1 yorum:

Zeynep dedi ki...

Çikolatalara hiç bakmıyorum..Ramazan Ramazan..Nazlıcım nerelerdesin, ben nerelerdeyim:)hiç görüşemedik...Kelebek takı için çok teşekkürler..çok güzel